Kısa Hikâye: Sessizlik Sonrası
(Üçleme’nin ilk bölümü olan “Bölüm I: Sessizlik”i okumak için buraya tıklayabilirsiniz).
“Kahretsin mürekkep bütün sayfanın üzerini kaplamış hepsini baştan çizmem gerekecek” dedi Atilla bir haftadır gecelerini ayırdığı çizgi romanın son sayfası çöp olmuştu.
Atilla Türkiye’de fizik bölümü’nden mezun olma şanssızlığına sahip çok kaliteli işsiz, topluluğu’nun önde gelen neferlerinden biriydi. Ayrıca mikrobiyoloji alanında yan dal eğitimi almış hayatta kalabilmek için 5. sınıf bir laboratuvarda idrar tahlili yapan makinenin düğmesine basacak diploma sahibi insanlardan biri olmak için çırpınıyordu.
Tüm bunların yanında çocukluk hayali olan çizgi roman çizerliğini amatörce gerçekleştirmeye çalışıyordu.
Tabi artık bunların hiçbir önemi kalmamıştı…
Atilla masanın üzerini incelerken suçlunun bırakmış olduğu delilleri hemen farketti. Sonuç olarak hiçbir suç mükemmel değildir ve arkasında mutlaka kanıt bırakır. Tek yapmanız gereken doğru bakış açısı ve algı düzeyine sahip olmak değil miydi.
Atilla masadan halıya uzanan mürekkepli pati izlerinin sonunda Mıyvıy’ın kedilere özgü umursamaz tavrı ile yalandığını gördü.
Tam Mıyvıy’a bağıracakken vazgeçti neticede o bir kediydi ve doğanın ona biçtiği role göre hareket ediyordu. Aslında kendine itiraf etmesede Mıyvıy’ın onun bu fırçalamasına hiç aldırış etmeyeceğini biliyor içten içe kendini rahatlatıyordu. Evet neticede bu bir kediydi…
Tüm bu düşünceler içinde buzdolabına yöneldi ve son soğuk birasını aldı. Belkide dünyadaki son bira budur diye düşündü ama temmuz ayının bu sıcak ve bunaltıcı gecesinde elindeki en iyi seçenek buydu…
Birasından bir yudum alarak koltuğuna oturdu. Bira bardağında ki altın sarısı renkteki sıvının içinde yerçekimine karşı hareket eden baloncukların karmaşık ama düzenli hareketlerini puslanmış bardağın camından izlerken, baloncukların cam duvara çarpıp yapışmalarını şanslı olan bir kısmınında yüzeye ulaşarak özgür kalmalarının kendi dünyamıza ne kadar çok benzediğini düşündü.
Evet bir kara canlısıydı ama bu ortamın denizden bir farkı yoktu onun için. Sudan görece daha seyrek molekül yapısından oluşan atmosferin dip canlısıydı o…
Ve bu atmosfer onu zaman zaman boğuyordu. Insanlar bu kadar molekülün içinde yaşamaya nasıl katlanıyorlardı.
Dünya’nın etrafını kaplayan bu atmosfer ve manyetik alan ve hatta güneş sisteminin sınırlarını oluşturan Oort bulutu ve dahası evrenin tamamı sanki bir kasenin içindeydi . Biyoloji kariyeri ve fizik eğitimi ona bütün evreni basit bir bitki hücresi olarak algılatıyordu.
Acaba hücre duvarının dışında ne vardı?
Bu arada birasını bitirmiş mutfağa giderken Mıymıv ile göz göze gelmişti. Ancak ona hiç pas vermeden devam etti, yaptığı hatayı anlamasını bekliyordu… Ama o bir kediydi işte.
Son bir aydır dünyada bir çok şey değişmiş sanki bir bilim kurgu romanının kahramanı haline gelmişti herkes.
Temmuz ayının ilk günleriydi kaosun başlangıcı. Daha önce tanımlanmamış ancak bizler gibi karbon bazlı biyolojik devasa küreler atmosferden yeryüzüne inmeye başlamıştı.
Televizyon yayınının devam ettiği ilk günlerde teoriler havada uçuşmuş, tüm dünya yeni bir çağ’ın başladığını haykırarak neredeyse şenlik havasına bürünmüştü.
Ancak gelen varlıkların hareket ve yayılım tarzı bu yeni çağ’ın aslında bir “İSTİLA” olduğunu acı bir şekilde ortaya koymuştu.
Atilla için ise bu olay istilanın ötesinde bir şeyleri ifade ediyordu. Tam bir silme operasyonuydu.
Balonlar ilk geldiklerinde zararsız gözüküyorlardı, bilimadamları istedikleri gibi numune alıp incelemelerde bulunabiliyor, halk bu balonların etrafında rahatça dolaşıyor, hayvanlar bile bu durumdan rahatsız olmuyordu. Hatta Atilla’nın bu balonlardan biriyle selfisi bile mevcuttu.
Atilla telefonundaki resimlere bakarak vakit geçirmeye çalışırken bu fotoğrafı gördü. Yüzüne zoraki bir sırıtma yerleştirerek “insanın kendi sonu ile fotoğraf çektirmesi ne kadar ironik” diyerek iç geçirdi.
Herşey iki gün kadar kısa bir süre önce çığrından çıkmıştı. Balonların Dünya’ya inişinin 21. günü’nde garip bir yağmur başlamıştı, tüm dünya’da eş zamanlı olarak hemde. Bu garip yağmur sarı renkte ve kükürt kokuluydu. Başta zararsız görünüyordu. İnsanlar ve dünya’da bulunan diğer biyolojik varlıkların hiç biri bu sıvıdan etkilenmiyor hatta Atilla’nın komşusu Mediha Teyze gibi birçok kişi karışıklıklarına iyi geldiğini iddia ederek bu sıvıyı kullanmaya başlamıştı.
Atilla ise bu konuda tarafsız kalmayı tercih ediyor ama açıkçası insanlardaki olumlu gelişmeyi net bir şekilde görebiliyordu. Aklından biyoloji eğitiminin de etkisiyle bu sıvıyı fermente edip ticari kullanıma sunabileceğini bile getirmiş ancak “tek akıllı ben miyim?” diyerek ve bundan önceki bir çok projesi gibi bunu da “Keşkeler Sandığı”na bırakmıştı.
Gerçi bu düşüncelerinin tamamı artık önemsiz hale gelmişti. Çünkü bu sıvı balonlarda katalizör etkisi yaratmıştı. Formları değişen balonlar dünya üzerinde yer alan tüm canlı organizmalarını hücre zarlarının içine emerek yok ediyordu. Bu yok oluştan arda kalan tek atık ise temel nano parçacıklardan oluşan karbon tozuydu.
Dünya süper güçleri bu balonlara karşı tüm konvansiyonel silahları denemiş ancak bir kalkan gibi görünen hücre zarlarında bir çizik dahi açamamışlardı. Nükleer silahlar ilk başta işe yaramıştı aslında. Tek sorun patlayan balonların yaydığı kimyasalların bir anda yüzlerce balonun o noktaya akın etmesine neden olmasıydı. Zaten nükleer silahlarımızda sınırlıydı.
Uzmanlar bu balonlar için virüs tanımlaması yapmıştı ancak Atilla olaya farklı bakıyordu.
Balonların hareket Tarzı, yok oluşlarında yaydıkları saldırı feromonları Atilla’nın aklına tek bir şey getiriyordu “Akyuvarlar!” vücudumuzun savunma sistemleri.
Bu teorisini anlatabileceği hiç kimse kalmamıştı ne yazık ki. Bir tek Mıyvıy vardı artık yanında o da bir kediydi neticede…
Atilla için aslında herşey basitti. Her hangi bir korku yada endişe duymuyor saklandığı bu küçük odada sırasının gelmesini bekliyordu. Zaten evrende yalnız olmadığımıza inanan biriydi. Fizik Bölümü’nü bu nedenle tercih etmiş sırf bu nedenle Mikrobiyoloji eğitimi de almıştı.
Üniversite yıllarında evrenin beta dalga filtresi ile gerçekleştirilen fotoğraflanmasında oluşan şeklin, beynimizdeki nöron ağı ile olan benzerliği üzerine bir çalışma yapmış, bölüm başkanı bu çalışmaya C eksi notunu verirken Atilla’ya bir avuçta ceviz takdim ederek “Bak bu da beyin’e benziyor” diyerek tüm sınıfın önünde onun küçük düşmesini sağlamıştı.
Gerçi şimdi o profesör de şu an çoktan karbon tozu olmuştur diye düşündü Atilla ve ekledi ” Dünya dışı yaşam bizi buldu ve artık dünya içi yaşam olmayacak”…
Bir anda odası’nın duvarı’nın çatlamaya başladığını gördü. Daha önceden küflenmiş alçı bir toz bulutu oluşturarak yere düştü.
Ve oluşan çatlaktan içeri balonun bir kısmı koyu bir mukus gibi dolmaya başladı. Öncelikle yere düşen küflü alçı parçaları hücre zarından içeri çekildi.
Evet Atilla haklıydı bu bir SiLME operasyonuydu tek bir canlı organizma kalmayacaktı yeryüzünde.
Atilla ayağa kalktı ve balona doğru bir adım atarak hücre duvarına dokundu.
Yavaş bir şekilde Hücre duvarından içeri emilmeye başladı. İçeri giren elinin derisi şimdiden erimiş kas dokuları ortaya çıkmıştı, ancak hiç acı hissetmiyordu. Hatta eriyen eline bakarak “vay canına şu ana kadar aldığım en iyi biyoloji dersi bu” diyerek gülümsedi.
Birkaç saniye içinde hücrenin içinde kaybolmak üzereyken gözüne Mıyvıy takıldı pencerenin kenarında umursamazca kendini yalıyordu yine.
Ve Atilla yok olurken son olarak aklından “neticede bu bir kedi” dedi….
(Aynı anda mikroskopun diğer ucunda Ceyhun “profesör başardık katalizör işe yaradı beyin zarındaki kanserli dokuyu Yok ettik” diye bağırıyordu….)
İkinci bölümün sonu…
(Üçleme’nin üçüncü ve son bölümü olan “Bölüm III: Sessizlik Öncesi”ni okumak için buraya tıklayın).