Kısa Hikâye: Kahve ve Lanet Olası Uzaylılar! – Bölüm 1
Yıl 2453 henüz daha 28 yaşında bir dahî olan Tuğrul evinde kahve demlemekteydi. Demlediği kahvesini alarak akşam karanlığında gökdelenlerin arasında inatla koruduğu küçük bahçeli evinin terasından yıldızları seyre daldı.
Gökyüzünü seyrederken birden hareketsiz bir şekilde saatlerce kalakaldı! Kendine geldiğinde neler olduğunu anlamaya çalıştı. Ardından evinin bahçesinde bulunan eski eşyalarını saklamak için kullandığı küçük kulübeye girdi. Yerdeki tozlu kilimi kaldırdı ve zemindeki kapağı açarak çok fazla kimsenin haberdar olmadığı, sahip olduğu arazinin altındaki büyük araştırma labaratuvarına indi.
Kahvesiz yapamadığı için herşeyden önce kendine taze bir kahve daha hazırladı. Ardından saatlerce süren, bilinci açık olduğu halde hiçbir şey hatırlamadığı adeta “bakar kör” şekilde yaptığını düşündüğü uzay gezisinin nasıl olabileceğini düşünmeye koyuldu.
Birden önceden yaptığı onca bilimsel araştırmanın aslında yanlış ve gereksiz olduğu fikrine kapıldı. Aynı şekilde insanoğlunun yıllarca evrende dolaşmak uzak yıldızlara galaksilere gitmek için uğraştığı tüm proje ve fikirlerin zaman kaybı olduğunu düşünmeye başladı. Çünkü bu gece yaşadığı olay ilk sefer başına gelmiyordu daha önce birkaç defa daha evinin bahçesinde kahvesini içip gökyüzüne baktığı zamanlarda da aynı olayın başına geldiğini hatırladı. Bunun bir nedeni olduğuna inanıyordu ama hafızası çok bulanıktı. “Daha öncekiler gibi tekrar herşeyi unutmadan önce bir cevap bulmalıyım” diye söylendi. Öfkelendi, anlık bir hışımla çalışma masasının üzerindeki herşeyi yere sıyırdı. Tüm eski çalışmalarını hesaplamalarını çöpe attı. Paralel evren yolculuğu teorileri, ışıktan hızlı uzay seyahati teorileri, uzayda yaşam alanları teorileri, uzun süredir üzerinde çalıştığı herşeyi gözünü kırpmadan çöpe attı. “Bunların hiçbir anlamı yok, zaman kaybı!” diye bu defa yüksek sesle bağırdı.
Kısa bir süre soluklanıp sakinleştikten sonra “Tekrar işe koyulmalıyım” diye mırıldandı. Seri hareketlerle kullanılmamış büyük bir defteri masasına koyup ilk sayfasını açtı. Bulunduğu zamandaki onca gelişmiş teknolojiye rağmen kağıt kalemle çalışmayı seviyordu. Ancak yeni bir bakış açısına ihtiyacı vardı “biraz yardım hiç fena olmaz” diyerek bilgisayarını açtı. Kendi geliştirdiği “Holo Time” adlı 3 boyutlu iletişim uygulaması ile kendisini bilime sevk eden ve ustası olarak gördüğü Profesör Atilla’yı labaratuvarına davet etmek üzere aradı. Dünya çapında kullanılan Holo Time uygulamasından çok para kazanmıştı, bu sayede artık çalışmıyor, zamanını sadece kişisel araştırmalarına ayırıyordu.
Birkaç defa çaldıktan sonra Holo Time bağlantısı kuruldu, karşısında Profesör Atilla’nın uyku sersemi silüeti belirdi. Kısa bir konuşma oldu:
Prof. Atilla: Saatten haberin var mı senin!?!
Tuğrul: Önemli olmasa aramazdım hemen gelmelisiniz.
Prof. Atilla: Peki.
Çok geçmeden Profesör evin bahçe kapısındaydı, ihtiyacı olabileceğini düşündüğü verileri henüz derlemiş olan Tuğrul bahçe kapısını gösteren ekrandan profesörü gördü. Bulunduğu yerden birkaç düğmeye basarak labaratuvarına kadar olan tüm kapıların sırayla açılmasını sağladı. Yolu izleyip labaratuvara giren Profesör Atilla konuştu:
-Evet söyle bakalım neymiş bu kadar önemli olan şey?
Tuğrul önce hazır beklettiği kahveyi profesörün eline tutuşturdu, ardından heyecanını gizlemeye çalışarak olanları anlatmaya başladı.
Hayretle dinleyen Profesörün ilk tepkisi “bu kadar fazla kahve içmemelisin Tuğrul!” oldu, ardından “Pekala, sana inanıyorum” diye de ekledi. Tuğrul derin bir oh çekti ve ikili arasında neler olmuş olabileceğine dair bir beyin fırtınası başladı.
Tuğrul bir ara gündüz gelmiş olan kargodaki yeni ekipmanları alma bahanesiyle odayı terk etti ve kısa süre sonra ekipmanlarla birlikte geri geldi. Profesör yine de Tuğrul’un “ne içtiği” konusunda akıllarında bir soru işareti kalmaması için Tuğrul’un adeta bağımlısı olduğu kahvenin, öğütülmüş, demlenmiş ve çekirdek halini ayrı ayrı incelemekte ısrar etti.
Bu fikir Tuğrul’un da aklına yattı araştırmayı derinleştirmeden önce halüsinojen bir etkiye maruz kalmış olma olasılığını elemeleri gerekiyordu. Belki de sırf bu ihtimali göz ardı ettiği için önceki araştırmaları sonuç vermemiş olabilirdi. Bilindiği gibi bazı mantarlar halüsinojen etkiye sahipti. Çok zayıf ihtimal de olsa bu çeşit bir mantar yurt dışından sipariş ettiği ve özenle sakladığı kahvelerine bulaşmış olabilirdi. Önce öğütülmüş kahveyi saatlerce inceleyip bir sonuç almaya çalıştılar ama bir şey bulamadılar. Öğütülmüş kahve temizdi, büyük ihtimalle çekirdeklerde öyle olmalıydı.
Profesör Atilla sabaha karşı 4:30’da direksiyon başında uyumamak için bir kahve daha içip evine gitmek için yola çıktı. Ancak Tuğrul’un dinlenmeye niyeti yoktu incelemelere devam ederken bu işin kahve çekirdeklerini analiz ederek olmayacağını düşündü. Yine aynı şeyleri yaşaması durumunda beyin dalgalarını ve duygusal durumunu ayrı ayrı takip edip kayda alabilecek bir cihaza ihtiyacı vardı. Benzer bir cihazın 5 yıl önce bir prototipini yapmıştı ancak daha kullanmasını gerektirecek bir durum olmamıştı, öylesine bir kenara attığı bir cihazdı. Çeşitli eklemeler yaptıktan sonra ancak ertesi gün öğleden sonra saat 3 gibi cihazı çalışır hale getirmişti ki kahvesini içerken yine aynı şekilde oracıkta dalıverdi. Tekrar oluyordu.
Kendine geldiğinde bu defa durum diğerlerinden farklıydı, artık evinde dahi değildi. Dünyada olduğundan bile emin değildi, etrafı daha önce görmediği nitelikte teknolojik araç gereçlerle dolu bir odadaydı.
1. bölümün sonu
devamı gelecek mi ?